"Seni Seviyorum TÜLSÜ"
                       
                 .....yazılı telgrafımı alınca bu da ne 
              demek oluyor,Tülsü de kim oluyor diye şaşırmış olmalısın. 
              Aklı başında bir insanın yazacağı bir şey 
              değildi doğrusu ; ama o telgrafı çekerken tam 
              olarak aklımın başında olduğunu söyleyemem, o gün bir uyur gezer 
              gibiydim; istencim dışında o telgrafı çektim sana... 
            
              Yabancısı olduğum dünyanın bu sayılı kalabalık kentinde bir 
              haftadan beri ilk o gece bir başıma kalmıştım. Yabancı bir kentte 
              insanın yalnızlığı daha da katmerleniyor. Yalnızlıktan içinde 
              bulunduğum hava sanki yoğunlaşıp ağdalandı ve ben bu ağda içinde 
              zorlukla kımıldıyorum. Bu ruh hali içinde bilincimi içkide yitirip 
              , kendimi unutmaktan başka umarım yoktu. Kaldığım otel 
              dolaylarındaki pahalı restorantlara gazinolara gitmek istemedim. 
              Çünkü kolalı insanlar kolalı masa örtüleri, kolalı konuşmalar 
              değil; buruşuk insanlar, buruşuk masa örtüleri, buruşuk konuşmalar 
              arasında salt kendimle baş başa kalmak istiyordum.
                        
                        Yan sokaklara 
              daldım çıktım, öyle ki bir zaman sonra o büyük kentin 
              içinde kendimi kaybettim . Yabancısı olduğum büyük 
              kentlerde kendimi kalabalığın akışına bırakıp yitirmeyi seviyorum. Nasil 
              olsa bir taksiye binip otele dönebilirim... Gönlümce bir kaç 
              içkili yer buldum. Kiminin kapısından girip, kiminin dumanlı 
              pencere camından baktım. Tek başıma kalabileceğim, bos 
              masası olan bir yer buldum. Bir tek masa 
              kalmıştı boş, vestiyer yolu üzerinde olduğundan boş kalmış olacaktı! Hoşuma 
              gitti. Konuşmaların uğultusunda bile alkol kokusu vardı. 
            
              Yabancılığımı yüzüme çarpan hiç bir şey yoktu. Hizmet eden üç 
              kadın vardı, bunlardan Akdeniz esmerliğindeki kadın masama gelip 
              istediğimi sordu, karışık peynirle salata, beyaz şarap istedim. 
              İstediklerimi getiren kadın küçük cam vazo içinde bir tek kırmızı 
              karanfil getirme inceliğini de gösterdi. Teşekkür ettim... O tek 
              karanfil, göz için olan o irilerden değil ama yanık kokusu olan 
              küçük karanfillerdendi. Bütün kokusunu içime çekip, bitirmek ister 
              gibi kokladım. İçiyor, yavaş yavaş kendime geliyordum... 
              Yüzüm kapıya dönüktü, kapının açıldığını görmemiştim ama 
              kapının girişinde duran o adamı görmüştüm. Benim yaşımda birisi 
              idi; öylece dikilmiş oturacağı boş masa arıyordu bakışlarıyla. 
              Gözüne beni kestirmiş olacak ki yanıma geldi müsaade ederseniz 
              bende oturabilirmiyim?... dedi. İsteksizce elbette buyrun dedim. 
              Yalnızlığımı bölüşmek istemiyordum; hele böyle biri ile. Canım 
              sıkılmıştı, teşekkür edip oturdu karşıma. O Akdeniz esmeri 
              kadından tıpkı benim gibi karışık peynirli salata ve beyaz şarap 
              istedi. Benim yaptığım gibi tek karanfili derin derin kokladıktan 
              sonra --Ben bu küçük kokulu karanfilleri o 
              gösterişlilerinden daha çok severim. Her kendini beğenmiş gibi 
              gösterişli biçimleri vardır ama kokuları yoktur oysa bunlar her 
              alçak gönüllü gibi kendi çığırtkanlığını yapmaz nasıl da kokar 
              yanık yanık... (!!!) Doldurduğu şarap 
              bardağını kaldırıp "şerefe     
                    " 
              dedi. Bardağımı onunki ile tokuşturup bende "şerefe" dedim. 
              Artık söyleşi açılmış oldu... Bu kentin yabancısı olduğunu bir haftadan 
              beri burada kaldığını söyledi. Bende öyle dedim. 
            
              Bu kez incelik olsun diye ben sözü açma gereği duyarak ne iş 
              yaptığını sordum. --Tülsüyü seviyorum 
              dedi. sorumu yanlış anlamış olmalıydı. İşinizi sordum dedim. 
              --Ben de söyledim. Benim işim Tülsü'yü 
              sevmek. şaşırdığımı anlayınca açıklamak gereği duydu. 
              --Dünyada sevmekten önemli iş olur mu? Bugüne 
              dek hep Tülsü'yü sevdim ölene dekde seveceğim . En büyük mutluluk 
              insanın sevdiği işi yapmasıdır. Oysa insanların çoğunluğu 
              neredeyse sevmediği işi yapıyorlar. Ne iş yaptığını sorarken ne 
              işle geçindiğini öğrenmek istemiştim. İşini sevme ne 
              demektir diye sorup kendisi yanıtladı: --Her günün 24 saati hatta uykuda bile sevdiğin şeyi 
              düşünmek. Şaraplarımızı tüketmiştik, bir şişe daha 
              getirttik. O yaşta adamın sevgilisi kimbilir nasıl bir şeydir diye 
              düşündüm yaşınızı sorabilirmiyim?... dedim. --Benim yaşımda birinin sevmeyi yaşamının tek işi 
              saymasını sizde yadırgıyorsunuz. Yetmiş yaşındayım. Aynı 
              yaştayız demek ki dedim. --Elbette Tülsü'yü 
              merak ediyorsunuz değil mi? Herkes merak ediyor çünkü 70 yaşındaki 
              adamın sevgilisi kimbilir nasıl bir şeydir?... Yaşamınızı 
              adadığınız bu kadını merak ediyorum doğrusu. Bardaklarımızı yine 
              tokuşturup şerefe dedik
              --Tülsüyü görüşüm gerçekle düş arası bir 
              olay. Çünkü Tülsü'yü ilk görüşümü babamın söylediklerinden 
              anımsayabiliyorum. Babamla bir arkadaşının dükkanında oturuyorduk. 
              Bozuk kaldırımlı bir yokuştaydı dükkan, önümüzden bir kız geçti 
              yada geçmiş. Uzun saçlı 14-15 yaşında bir kızmış. Ben birden 
              irkilip bu kızla evleneceğim dedim yada demişim. Babam bu olay o 
              kadar çok yineledi ki onun anlatmalarından olay gözümde sonradan 
              gerçeklesti kızda somut bir varlık oldu. Babam anlata anlata 
              anımsamadığım bu olayı yaşamış gibi oldum. İşte Tülsü o zaman 
              gördüğüm kızdır. Öyleyse sekseninin aşmış olmalı dedim. 
              --Neden? diye sordu. Siz 4 - 5 
              yaşındayken O 15 inde olduğuna göre dedim. --Tülsü yaşlanmıyor ki dedi. Sonra onu gördünüz 
              demek ki dedim... --Hep onu arayıp durdum 
              benim niçin burada olduğumu sanıyorsunuz? Dünyanın bilmediğim bir 
              kentinde , bilmediğim bir adreste yaşayan beni bekleyen bilmediğim 
              bir kadındır Tülsü; O'nu bulacağıma inanıyorum ve bu yüzden bütün 
              dünyayı dolaşıp duruyorum dedi.
              İlk gördüğünüzden bu yana bir daha hiç görmediniz mi? 
              dedim. --Gördüm dedi. --Ben o zaman 30 yaşlarındaydım yine onu aramak için 
              büyük bir başkentteydim. Metro merdivenlerinden iniyordum ki 
              gördüm onu yanımdan yukarı çıkmaktaydı. Ancak 20 yaşında vardı. 
              Kestane rengi saçlarını çok kısa kestirmişti. Yürüyen merdivende 
              yanımdan geçti. "Tülsü" diye seslenmek geldi içimden ama olduğum 
              merdiven yürüyüp gitmişti aşağıya. Başka hiç görmediniz 
              mi?...dedim. --Gördüm bir kaç kez dedi. 
              --Tuna nehri kıyısındaki o kentte ilk 
              gidişimdi, 40 yaşındaydım o zaman. Trenden yeni inmiştim. Gar çok 
              kalabalıktı, trene binenler inenler telaşla koşuşuyordu. İşte o 
              kargaşada birisiyle çarpıştım. Başımı kaldırıp baktım ki sarışın 
              mavi gözlü açık tenli ancak 25 inde bir kız Tülsü.... Bir an 
              birbirimize bakakaldik!!!... Paketleri toplayıp verdim. O da 
              teşekkür edip yanındaki erkeğin koluna girip gitti... Bu 
              karşılaşmamızdan5 -6 yıl sonra bir uzak asya ülkesinde otobüste 
              gördüm. Aynı otobüste 4 durak beraber gittik. Konusmadınız mı? 
              dedim. --Nasıl konuşabilirdimki onun dilini bilmiyordum. Birkez de 
              küçük bir kuzey ülkesinin başkentindeki uluslar arası bir 
              toplantıda gördüm Tülsü'yü.... Aynı masada çok kısa bir süre karşı 
              karşıya oturduk. Yanındaki zencide kocası olmalıydı. Kocasi 
              zencimiydi? --Evet Tülsü de zenciydi, 
              olağanüstü güzel bir zenci. Yine konuşmadınız mı? --Sizde 3 sayili bültenden fazla varmı diye sordu 
              bende benimkini verdim. Teşekkür etti.... Yıllar geçiyor ben hep 
              Tülsü'yü arıyorum. 
              Ama buluyorsunuz onu. --Bulmak ama 
              nasıl?... Bir anlık, bir şimşek parlaması görür gibi ancak, birden 
              parlayıp sönüveren, bulur bulmaz yitiyor yine kavusmak değilki bu. 
              O na kavuşmak için yer yuvarlağını kaç kez dolaştım. Bir Balkan 
              ülkesinin başkentindekibir sarayda gördüm Tülsü'yü... Daha 30 da 
              bile değildi, bense 66 mi geçmistim. İki erkeğin arasında 
              mermerden parmaklığın küpeştesine yanlamasına oturmuştu. Elinde 
              geniş kenarlı bardak, kırmızı bir içki vardı. Ayakta duran iki 
              erkeğin anlattıklarına güldükçe kırmızı içki çalkalanıyordu. 
              Saçları kızıl, gözleri koyu siyahtı. 5 yıl önce hiç ummadığım bir 
              yerde; hep ummadığım yerlerde ve zamanlarda görüyorum Tülsü'yü... 
              Birilçedeki bir bankaya girmiştim birde baktım ki az ötedeki bir 
              banka memuruydu konusuyordu. Gözleri yeşildi saçlarını topuz 
              yapmıştı. Hemen çıktı bankadan kapıdaki arabaya binip gitti. Son 
              olarak geçen yıl gördüm. Bir Akdeniz kentinin motelinde 20 yaşında 
              var yoktu, incecik bir fidan. Ben odamın önündeki çardağın 
              gölgesinde kitap okuyordum. Afedersiniz saat kaç sesine başımı 
              kaldırdım ki, karşımda Tülsü.... Yanında bir delikanlı denizden 
              daha yeni çıkmışlar su damlaları üstünde tomur tomur saati 
              söyledim teşekkür etti. Yüreğim duracak sandim. Gittiler bir 
              dahada görmedim o motelde... Şarabımız yine bitmişti. --Bir 
              şişe daha içermiyiz?... diye sordum, --İçelim dedi.
              Akdeniz esmeri kadın bir şişe daha getirdi. --Kime Tülsü'ye tutkunluğumu anlatsam benimle alay 
              ediyor. Tülsü orada burada diye beni oradan oraya göndermeye 
              kalkıyorlar.Beni deli yerine koyup aşağılıyorlar. Tülsüye 
              tutkunluğumu dinleyipte benimle dalga geçmeyen bir tek 
              sizsiniz. Büyük bir acımayla ; --Tülsü'yü bunca sevmenizin 
              nedeni nedir?... diye sordum. --Nedeni pek çok 
              onu arayıp da bulamadıkça bulduğum zamanda kavuşmayınca Tülsü'ye 
              tutkum daha da artıyor, öyle bir tutku ki gittikçe harlanıp 
              yalazlanıp beni yakıyor. İçim köz köz oluyor ona hiç kavuşmadan 
              kendi yangınımdan, kül olup tükeneceğimi biliyorum. Tülsü öyle iyi 
              öyle iyiki... --Neden iyi dedin. --Yanlışlıkla kendilerini Tülsü sanarak, birlikte 
              olduğum diğer kadınlar gibi benimle kavga etmedi, kavga fırsatları 
              yaratmadı, benimle ilişkilerinde çıkarcılık gütmedi, ne versem 
              daha da oburlaşan bir gözü doymaz değildi. Seni seviyorum diye ne 
              beni ne de kendini kandırdı, hiç ikiyüzlülük etmedi hiç bir gizli 
              hesabı olmadı, çünkü bütün bunların olabimesi için paylaşacağımız 
              zamanımız olmadı ki!... Tülsü benim için üçüncü boyutsuz anlık 
              yaşam olarak kalıyor bir şimşek parıltısı süresince 
              yaşayabiliyorum onu, bu yüzden onu seviyorum, hep 
              seveceğim,Tülsü'yü sevmekten başka işim yok olmayacak 
              da.... 
              --Bağışlayın dedim. Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz. Bir 
              akarınız, geliriniz varmi? --Hiçbirşeyim 
              yok --Nasıl yaşıyorsunuz öyleyse. --Tülsü yü düşünmeme ,sevmeme, aramama bir an bile 
              engel olmayan işler yaparak, engel olmanın tersine Tülsü'yü sevmem 
              önemli ama, yeterli değil Tülsü'yü sevdiğimi bütün dünyaya 
              duyurmalıyım. Herkes bilmelidir ki, ben Tülsü'yü seviyorum. Bunu 
              anlatmazsam yaşamamızın bir anlamı kalmaz. Her insan bu 
              dünyada var olduğunu kendine göre bir yol bulup başkalarına 
              kanıtlamak zorundadır. Yoksa anlamı kalmayan yaşam bir saçmalık 
              olur. Anlayamamıştım açıklamasını, --Nasıl 
              yani?... dedim. --Bir insanın 
              yaşamakta olduğunu, salt kendisinin bilmesi yetmez, insan tek 
              başına değildir ki... Bir insanın bu dünyada var oldugunu, 
              yaşadığını başka insanlarında bilmesi gerekir. Ve bu bunu nice çok 
              insan bilirse, o insan o denli daha çok vardır... Herkesin varolma 
              nedeni başka başka... Benimki Tülsü'yü sevmek. Ben 
              Tülsü'yü severek sevdiğimi de herkese duyurarak var 
              olabiliyorum. 
              --Nasıl yapıyorsunuz bunu... --Herkese 
              anlatarak işte örneğin bu gece size anlattım. Şimdi siz de 
              biliyorsunuz ki, ben Tülsü'yü seviyorum. Bu yüzden de ben sizin 
              için artık varım, benim yaşamakta olduğumu biliyorsunuz. Herkesede 
              bunu anlatmaya çalışıyorum. Eskiden dağlara, boş kırlara çıkıp 
              ormanlara gidip sesim çıkabildiğince bağırırdım "TÜLSÜ SENİ 
              SEVİYORUM" sesimin yankısını dinlerdim. Hep aynı biçimde bağırmak 
              güzel olmadığından hem sözcüklerin yerini değiştirerek hem de 
              inceltip kalınlaştırarak sesimi değiştire değiştire bağırmaya 
              başladım. Ormanda haykırdığı gibi ama masadakilerin 
              duymayacağı şekilde incebir sesle bağırdı. --Tülsü seni seviyorum. --Seni seviyorum Tülsü. --Seviyorum seni Tülsü. --Seni Tülsü seviyorum. --Sesimi tüm dünyaya duyurarak Tülsü'yü sevdiğimi 
              herkesin öğrenmesini bunu herkes öğrenince de yaşadığımı var 
              olduğumu bütün insanların bilmelerini istiyorum. Bunun içinde 
              yollarda, alanlarda kalabalıklarda başladım şarkı söylemeye." 
              Tülsü seni seviyorum "
               Pekala sesiniz güzelmi bari?... Yaşlı gözlerle bakarak 
              anlatmaya devam etti. --Dünyayı dolaşıyorum. 
              Her gitiğim yerin postanesinden" Seni Seviyorum Tülsü " diye, 
              Tülsü'ye telgraf çekiyorum. --Öyleyse Tülsü'nün adresini 
              biliyorsunuz. --Hayır nerden bileyim, rastgele bir adres yazıp 
              gönderiyorum. Bulamayınca telgraf size geri geliyordur. 
              --Sanırım ama bana değil zira benim adresimde 
              uydurma. Çokça kaldığım kent postanelerinde artık beni tanıyıp 
              alay ettikleri için değişik postanelerden çekiyorum telgrafları. 
              Alay etsinler ama öğrendiler artık ben Tülsü'yü seviyorum. 
              Tülsü'yü sevdiğim ne denli bilinirse ben de o denli varım. 
              O içkili yerdeki masalar boşalmaya başlamıştı. Bizde gece 
              yarısından sonra yalpalayarak yürüyebiliyorduk ama ne ne 
              konuştuğumuzu bilemeyecek nede konuşulanları anlamayacak kadar 
              sarhoş değildik.
               --Dört gündür öğleden sonraları 1-2 
              saat Kültür Sarayı alanındayım yarın oraya gelin dedi. --Ne 
              yapıyorsunuz orada diye sordum. --Orda Tülsü 
              seni seviyorum diye haykırıyorum sesim kısılana dek. Hani sen ne 
              iş yaptığımı sormuştun ya işte bu benim işim. Bu işe nasıl 
              başladım anlatayım:son telgrafımı çekmiştim o gün Tülsü'ye hiç 
              param kalmamıştı. O yana bu yana dolanıp dururken kendimi Kültür 
              Sarayının önünde buldum. Gördünüz mü bilmem çok eğlenceli bir yer 
              orda herkes kendi hünerini sanatını marifetini gösteriyor. Kimisi 
              köpek cambazlığı yapıyor kimi tek başına 3 -4 çalgı çalıp konser 
              veriyor, biri çalgı çalıp biri de şarkı söyleyen ikililerde var. 
              Kimi isteyenin karikatürünü çiziyor. Bir adam kılıç tutuyor diğeri 
              ağzından ateş çıkarıyor daha neler neler. Bunların başına 
              kalabalık toplanıyor seyrediyorlar. En çok ilgi gören daha 
              kalabalık oluyor numara ve gösteri bitince isteyenler para atıyor 
              onlara. Olağan üstü bir yer orası. Bende böyle bir köşede başladım 
              haykırmaya Tülsü'yü sevdiğimi anlatmaya!!!.... Hiç ummamıştım 
              doğrusu benim başıma da toplanacaklarını ama çok kişi toplandı 
              kimi alay ediyor kimi dinliyordu. Yorulana dek anlattım sustum, 
              Paralar atmaya başladılar. Öyle çok para ki hemen koşup postaneye 
              Tülsü'ye telgraf çektim. O günden beri öğleden sonraları o alana 
              gidiyorum, isterseniz gelin.
              Bir taksiye beraber bindiğimizi otelin adını söylediğimizi 
              anımsıyorum, sonrasını hiç bilmiyorum. Demek sandığımdan daha 
              sarhoşmuşum. Ertesi gün sabah uyandığımda dün geceyi bir düş gibi 
              anımsadım. O gün öğleden sonra alana gittim. Gerçekten de dün gece 
              adamın anlattığı gibi eğlenceli bir yerdi. Aralarından geçip 
              dolaştım,sonunda onu buldum seni seviyorum Tülsü haykırışını 
              duymasam onu bulmam kolay olmayacaktı. Bende kalabalığın arasına 
              daldım, beni gördüğünü hiç sanmam çünkü benim geldiğimde seni 
              seviyorum TÜLSÜ diye haykırıyordu gözleri kapalıydı. Aslında 
              oradakiler utanmasalar tüm gücüyle seni seviyorum TÜLSÜ diye 
              haykıracaklar. Oradan sessizce ayrıldım ve hemen bir postanaye 
              giderek seni seviyorum TÜLSÜ diye sana telgraf çektim. Kimbilir ne 
              kadar şaşırmışsındır telgrafı alınca?....